Selam, ben Hatice; evinin aşçısı, tatlı düşkünü, mutfak aşığı, üç memleketin vatandaşıyım. İngiltere’de İngiliz bir anne ve Türk bir babaya doğdum. Son 15 yıldır İtalya’yı da memleketim kabul ettim.Tabii ki bu üçüncüsü resmi değil çünkü bir insanın ikiden fazla vatandaşlığı olamaz ama, 2000 yılında Milano’lu eşimle tanıştığımdan beri kalbimin ve ruhumun bir köşesi de İtalyan oldu. İtalya’ya hayranlığım çok büyük, her şeyini seviyorum; öncelikle yemekleri, sonra tarihi, sanatla iç içe olması, doğal güzellikleri, insanları vs. vs. İtalya’yı ve İtalyanları Türk özüme çok yakın hissediyorum. Yağmuru hariç İngiltere’yi de çok seviyorum ve düzeniyle, kurallarıyla, yeşiliyle en yaşanılası ülkelerden biri olduğunu düşünüyorum, Londra dünyada en sevdiğim şehir. Ve Türkiye; büyüdüğüm, ömrümün büyük kısmının geçtiği yer, dünyanın en güzel ülkelerinden biri. Kalbimde hepsi vatanım, hepsi evim.
Küçüklüğümden beri mutfakta olmaktan hep mutluluk duydum; bazen sandalyenin üstünde bulaşık yıkamak, bazen kek hamurunu kaptan sıyırmak, bazen de annemin yaptığı keke,kurabiyeye müdahale etmek için…
Çok iyi yemek yapan,iş sebebiyle dünyayı dolaşan bir anne babayla büyüdüm. Deniz aşığı olan babam deniz ürünlerini pişirmeyi çok iyi bilirdi ve denizden babası çıksa yerdi, ayrıca seyahatlerinin bir sonucu olarak değişik, exotic meyve sebzelere çok meraklıydı. Dolayısıyla bizim mutfağımızda sıradışı yemekler sıkça pişirilirdi. Şimdi bunları anlatıyorum ama küçükken doğru düzgün birşey yemezdim ben. Değişik meyvelermiş, antenli, bacaklı deniz ürünleriymiş yanlarına yaklaşmazdım. Koy önüme mercimek çorbasını, pilavı, böreği mutluydum…ama babam değildi tabi. Düşünsenize babanız yengeçmiş, deniz kestanesiymiş mevsiminde bulup getiriyor, en güzel şekilde pişiriyor ama siz tadına bile bakmıyorsunuz. Şimdi düşünüyorum da ne garip bir çocukmuşum:):)
İyi yemeğe karşı ilgim ve tutkum eşimle tanıştığımda başladı. Bana ilk kez yemek yaptığında et olarak ne seçti biliyor musunuz, “timsah”. Eşim komiktir böyle…:):) Tabii bana bu bilgiyi tüm tabağı silip süpürdükten sonra verdi. “Bilseydin asla yemezdin, bak nasıl da beğendin” diye de kendini haklı çıkardı (bu arada timsah, tavukla balık arası bir lezzete sahip, yani hiç de öyle garip birşey değil). Bana deniz ürünlerini pişirmeyi ve onlardan zevk almayı öğretti, kırmızı eti ne kadar “az” pişirmem gerektiğini…Onunla tanıştığımda etim kösele kıvamında pişmemişse asla yemezdim, şimdi çok az pişmiş seviyorum. Ama bana kazandırdığı en önemli şey “cesaret” olsa gerek. Kalıplarımı kırma, alışık olmadığım değişik şeyleri yeme, farklı malzemelerle dünya mutfaklarını deneme cesareti… Değişik ülkelerde yaşamış olmamızın ve seyahatlerimizin de bunda katkısı büyük tabii.
Taze ve mevsiminde malzemelerle yapılan “iyi yemek” seviyorum ve yaşamak için yemiyorum, tam tersi… Yemek için seyahat etmeyi seviyorum, çoğu zaman bu tutkum seyahat rotamızı belirliyor. Deniz ürünlerine çok düşkünüm, çok az kırmızı et tüketirim, taze meyve sebzeye bayılırım. Güzel bir domates görünce heyecanlanırım, her hafta pazar alışverişini abartırım… bu konuda kendimi eğitmeye çalışıyorum:):) Çilekleri satın almak yerine kendim toplamayı hatta tüm meyveleri dalından yemeyi seviyorum. En çok rüyama giren şeylerin başında geliyor “çilek”. Çikolatasız, çileksiz, Antep fıstıksız, limonsuz bir hayat düşünemiyorum. Ha bi de deniz ürünsüz, ev yapımı ekmeksiz, macaronsuz, bir şey daha vardı ama neydi ?…….. :):) “Eşim”siz bir hayat, hiç düşünemiyorum.
Yedi yıl İngiltere’de eşimin sahip olduğu İtalyan restaurantında çalıştım, hiçbir zaman mutfakta görev almadım.
Her türlü yemek yapmayı çok sevsem de en büyük tutkum tatlılar. Her yemeğin güzel bir tatlıyla sonlandırılması gerektiğine inanır ama günlük hayatta uygulamamaya çalışırım:):) Sevdiklerim için pasta, kurabiye yapmayı, ev yapımı yiyecek, içecek türü hediyeler vermeyi çok severim ve bunun karşınızdaki kişiyi ne kadar önemsediğinizi göstermenin en güzel yolu olduğunu düşünürüm.
Saçımı kıvırcık, yemeğimi acılı, çikolatamı bitter, tartımı çilekli, günlerimi uzun ve güneşli severim. Mevsimlerden yazı, aylardan Eylül’ü, denizin kokusunu, renklerin hepsini ama en çok da maviyi … Soğukla aram iyi olmasa da Noel dönemini çok sever, çocuklar gibi heyecanlanırım. Sevdiklerimle masa etrafında, birkaç şişe şarap ve güzel yemekler eşliğinde saatler geçirmeye bayılırım. Mükemmeliyetçiyim, kendimle ilgili çok katı ve kritiğim, insanları kırmaktan çok korkarım ve bu yüzden fazla açık sözlü değilimdir. Günlerce evden çıkmayabilirim, bilin ki bu esnada fırınım full-time mesai yapıyordur :):)
Burada sizlerle mutfak maceralarımı, edindiğim tecrübeleri, gezip gördüklerimi, severek uyguladığım tarifleri paylaşmak istiyorum. Çok heyecanlıyım, umarım becerebilirim. Şans dileyin ………:):)
Hatice